Haftalık Ekonomik ve Temel Değerlendirme
Batının yapmaya devam ettiği hatalar ve bizi bekleyen sorunlar
Politikacılar bazen kibirli olabiliyor; ancak Gordon Brown bu hafta “Dünyayı kurtardık!” ifadesini kullanarak inanılmaz bir gaf yaptı. Gordon aslında “Bankacılık sistemini kurtardık!” demek istemisti; ancak her iki durum da gerçek olmaktan fazlasıyla uzak. Dünyanın kurtarılması bir yana, su an bankacılık sisteminin dahi kurtarıldığını söylemek zor. Dngiltere’nin bazı bankaları (özellikle tecrübesiz gençlerin yönettiği Dskoçya bankalarını) basarıyla desteklediği söylenebilir; ancak bu süreçteki önemli bir hata gözardı ediliyor. Hükümet bu bankalara geri dönülemez bir para taahhütte bulundu ve bu bankalar simdiden hükümetten yeni sermaye enjeksiyonları talep etmeye basladı. Bu durum, gerçeklesen banka kurtarma operasyonlarının neden yanlıs olduğunu açıkça gösteriyor. Su ana kadar hiçkimse; bu bankaların sahip olduğu borç, batık krediler veya özel sektöre verdikleri kredilerin miktar hakkında bir açıklama yapmadı. 2009 yılında çok sayıda sirketin batması beklenebilir. Bu durumda, bu bankaların verdikleri krediler geri dönmeyecek ve sorun büyümeye devam edecek; ancak bu sefer faturanın bedelini bankalar değil vergi mükellefleri ödeyecek. Bir baska değisle, hükümet su an bankaların rehini haline gelmis durumda. Yapılan ikinci hata ise basit: Hükümet bankaların aldıkları borcu %12 faizle geri ödemesini talep ediyor; ancak diğer taraftan bankaları baz faiz oranlarıyla kredi vermek konusunda zorluyor. Bu, %7’lik bir zarar demek. Bu durumda bankaların kar etmesi nasıl beklenebilir? Flash Gordon bununla da kalmayıp bankaların geri ödeme gücü olmayan insanlara kredi vermesini istiyor. Banka sisteminin sorunları bu sekilde çözülemez. Bugün finans piyasalarındaki en büyük sorun, verilen kredilerin ana paranın geri ödenmesi esasına değil, borcun daha uzun vadelere yayılması esasına dayanıyor olması. Su an yapılması gereken en önemli sey, borç sahiplerinin borçlarının tamamını geri ödemeleri konusunda tesvik edilmesi; ancak yapılan bunun tam tersi. Su an elimizdeki tek sey, zarar etmek pahasına kredi veren bir bankacılık sistemi ve gittikçe artan bir batık kredi yükü. Ne yazık ki, bu durumun krizi daha ileri bir tarihe ertelemekten baska bir faydası yok.
Gordon’un kendi reklamını yaptıktan sonra arkasında enkaz bırakmak gibi bir alıskanlığı var. ABD’de olduğu gibi, Dngiltere’deki banka kurtarma planları da, BRIC ülkelerinin onlara gereken parayı sağlayacağı varsayımına dayanıyor. Fakat, bu doğru bir varsayım değil. Birçok yorumcu; Rusya, Çin ve Hindistan’ın global yavaslamadan kötü etkileneceği; dolayısıyla bağımlı oldukları ABD, Dngiltere ve Avrupa’ye gereken parayı sağlamak zorunda kalacakları yorumunu yapıyor. Bu, yanlıs bir yaklasım. Batıdan BRIC ve Körfez ülkelerine akan nakit sayesinde bu ülkeler kendi ekonomilerini güçlendirmis ve kapitalist sisteme adapte olumus durumda. Bu sistemin ana unsurları; üst sınıf (en zengin kesim), orta sınıf (üst sınıfa atlamaya çalısan girisimciler ve is sahipleri) ve isçi sınıfı (orta sınıfın is ve çalısma modellerini yaratıp uygulayan kesim). Bunlar kapitalizmin ana unsurları, ancak bu sistem batılı ekonomilerde artık çalısmaz durumda. Batıda üst sınıf varlığını sürdürüyor ve neredeyse tüm zenginlikler bu sınıfın elinde. Orta sınıf ise ucuz krediye boğulmus, girisimcilik kabiliyetini yitirmis ve isçi sınıfı gibi faturalarını ödeyebilmek için mücadele vermek zorunda kalmıs durumda. Sanki batılı ekonomiler Sovyetler Birliği ve Komunist Çin’in yıkılısından hiçbir ders çıkarmamıs gibiler. Komünizmin yıkılıs sebebinin aslında serbest girisimin yokluğu olduğu unutuluyor. Kredi balonunun patlaması, kapitalist sistemdeki en önemli sosyal tabakanın, yani orta sınıfın yok olmasına neden oldu. Çin ve Doğu Avrupa isin basından beri bu durumun farkındaydı; çünkü daha önce 1990’ları ve 1998’deki Asya krizini yasamıslardı. Bu ülkeler, iktidarı çoğunluğun eline vermenin ekonomilerini güçlendireceğini biliyordu. Margaret Thatcher ve Ronald Reagan da bunun farkındaydı; ancak onların yaptıkları daha sonra Dngiltere’de Dsçi Partisi, ABD’de ise Clinton ve Bush tarafından yok edildi. Obama’nın Clinton’un danısmanlarını ise alarak onun izlediği politikaları izlemesi su an ABD için son derece olumsuz bir gelisme. Bu, geri atılmıs bir adım ve bu durumda USD’nin içinde bulunduğu karmasadan çıkabilmek için fazla bir sansı yok. Brown ve Obama’nın kısa vadeli çözümlerinin ise yarayıp yaramayacağını zaman gösterecek; ancak ne yazık ki, su ana yapılanlar derin bir resesyonu ertelemekten baska bir sonuca hizmet etmiyor. Batılı politikacılar kısa vadeye o kadar odaklanmıs durumda ki, artık piyasaların ve kendi kibirlerinin esiri haline gelmis durumdalar. Dngiltere ve ABD 1930’lardan beri görülmeyen derinlikte bir resesyonla karsı karsıya ve bu resesyondan çıkma sansları oldukça zayıf. Hükümetler “borcunu döndürebildiğin sürece borçlanmaya devam et” felsefesinin esiri halinde ve bunun bir sonucu olarak hükümet borçları kontrolden çıkmıs bir durumda.
Biz, çok tehlikeli bir konumda olduğumuz görüsündeyiz. Hükümetler devasa bir borç balonu olusmasına neden oluyor ve hükümetlerin arkasında onları kurtaracak birileri yok. Su an devlet tahvillerinin getirisi o kadar düsük ki, bu tahvillere yatırım yapmak mantıklı değil. Bu durum ileride hükümetler için çok büyük sorunlar yaratacak. Hükümetler bankalardan %12 faiz talep ediyor; fakat diğer herkesin daha düsük oranlarla borçlanması gerektiğini söylüyorlar. Bu durumda bankaların hükümetten para dilenmeye devam etmesi kaçınılmaz; ancak kimse dısarıdan hükümeti desteklemediği için bu durumun sürdürülmesi mümkün değil. Herkes Japonya’nın yıllarca bu durumu sürdürdüğünü ve bir problem yasamadığını iddia ediyor; fakat bu durum yasanırken Japonya’nın tek oyuncu olduğu unutuluyor. Su an tüm büyük ekonomiler faizleri düsürmüs durumda ve bu ekonomilerin hiçbiri önemli birsey üretmiyor. Eğer felaketin etkileri hafifletilmek isteniyorsa hükümetler politikalarını değistirmek zorunda. Hükümetlerin fonlama sorunu yasamayacağı düsünülmemeli; çünkü hatırlanırsa Thatcher ve Reagan bile zamanında fonlama sorunuyla karsı karsıya kalmıstı. Su an sormamız gereken soru, son dönemde yapılan itfa ve ödemelerin ne kadarının tekrar uzun vadeli tahvillere yatırıldığı. Çin ve birçok diğer ülke kendilerine yapılan ödemeleri artık ülkelerine geri götürüyor; çünkü dıs talebin yerini iç talebin alabilmesi için bu ülkelerde paraya ihtiyaç var. Dünyadaki DVD sürücülerin %99.8’i Çin’de üretiliyor ve Çin’in kontol ettiği tek piyasa bu değil. Batılı ekonomiler masraflarında kısıntıya gidebilmek için üretimlerini Çin gibi (gelismekte olan) ekonomilere kaydırdılar. Bu, ABD ve Dngiltere açısından olumlu bir durum değil. Avrupa ise bazı pahalı ürünleri kendi bölgesinde üretmeye devam ettiği için biraz daha iyi durumda; ancak yine de bu, Avrupa’nın uzun ve derin bir resesyonla karsı karsıya olduğu gerçeğini değistirmiyor. Sarkozy ve Merkel kısa vadeli hedeflerine odaklanmıs olsalar da, resesyon gerçeğini biraz olsun kabullenmis görünüyor.
Sorunlar henüz yeni baslıyor ve bu sorunların çözümü Gordon’un dünyayı kurtardığını söylediği Eylül ayına kıyasla simdi daha uzakta. En büyük sorun, resesyon gerçeğinin hala kabullenilmemesi. 9/11 olayları sonrasında faiz oranlarının inanılmaz derecede düsürülmesine ve ortaya balonlar çıkmasına neden olan sorun yine buydu. Su an yapılabilecek bazı seyler var; ancak bunun için cesur adımlar atıp ülkenin uzun vadeli çıkarlarını kısa vadeli kisisel çıkarların önüne koymak gerekiyor. Bu yapılmadan krize bir çözüm bulunması beklanmemeli. Yılsonuna kadar sirketler borçlarını döndürebilsin diye piyasanın likiditeye boğulduğunu görebiliriz. Ancak asıl sorun, ABD ve diğer ülkelerdeki sirketler son çeyrek karlarını açıklamaya basladığı zaman ortaya çıkacak. Yavaslama simdiden ciddi boyutlarda ve sirket bilançoları kaybedilen teminatlar yüzünden ciddi zarar görmüs durumda. Bu durum bankacılık sisteminde yeni hasarlar yaratacak ve merkez bankaları yine bu bankaları desteklemek zorunda kalacak. Zamanında yapılması gereken sey, zarardaki bankaların batmasına göz yumularak yeterli sermayeye sahip bankaların bu bankaların yerini almasını sağlamaktı. Bu, ucuz ve verimli bir çözüm olsa da, politik açıdan doğru olmadığı, daha doğrusu politikacılar efendilerini kurtlara atmak istemediği için uygulanamadı. GM ve Ford gibi sirketlerin kurtarılması da kötü bir karardı. Bu uygulamanın, basarısız sirketlerin sadece issizliği önlemek için kurtarıldığı komünist sistemden hiçbir farkı yok. Bu tip uygulamaların basarısız olduğu daha önce kanıtlandı; ancak batı ısrarla aynı hatayı yapmaya devam ediyor. Su an batı ekonomilerinin karsı karsıya bulunduğu en büyük sorun, sahip oldukları borç yükü. Bu borcun tamamının geri ödenmesi gerekiyor; çünkü ödenmediği sürece sorun çözülmüyor, sadece öteleniyor. Su ana kadar yapılanlar, çok derin bir yavaslamanın ertelenmesi ve uzatılmasından baska bir sonuca hizmet etmiyor. Arz ve talep bugün piyasalar için kritik iki faktör. Global olarak devlet ve sirket tahvillerinin arzı; BRIC, Körfez ülkeleri ve Japonya’nın kendi faiz politikalarına dönmesi ile bu tahvillere olan talebi ileride ciddi oranda asacak. Ayrıca, baslı basına bir ticaret bloğu olan Güneydoğu Asya, ABD’den gelen talebin azalmasıyla kaçınılmaz olarak iç talebe odaklanacak. Birçok kisi 2009 ortaları ve sonunda genel ekonomi ve hisse senedi piyasalarında bir toparlanma bekliyor. Bizce bunu olma ihtimali Noel Baba’yı görme ihtimalimizden daha az; çünkü hasar büyük ve uygulanan tedavi yanlıs. Bu durum değismediği sürece dibe yaklastığımız iddia edilemez. Ayrıca, muhtemel bir toparlanmanın batı ülkelerinden önce BRIC, Körfez ülkeleri ve Japonya’da gerçekleseceği unutulmamalı. Bu ülkeleri ABD ve Dngiltere’den önce Avrupa’nın izlemesi beklenebilir.
Resesyonun doğal bir sonucu, 18 ila 24 aylık bir süreçte çalısan sayısının makul bir seviyeye indirilmesidir. Bu süreç tamamlandığında tecrübeli eleman piyasası daralır ve ücretler artar. Bu dönemde sirketler ayrıca üretimlerini kısar ve kar marjlarını yükseltebilmek için ürün fiyatlarını arttırır. Bu durum, piyasada enflasyon baskısı olusmasına neden olur. Kötü para ve ekonomi politikaları nedeniyle değer kaybeden para birimleri de enflasyonun artması için iyi bir sebeptir. Dolayısıyla, su an herkes deflasyon kaygılarından bahsetse de, ileride karsılasacağımız sorun deflasyon değil, enflasyondur. Sismis varlık fiyatlarının normal seviyelere inmesi bizce deflasyon değil; sadece .com balonunun patlaması gibi bir normallesme sürecidir. Geçtiğimiz yıllarda varlık fiyatlarında hiperenflasyon olmadığını iddia eden bazı uzmanlar simdi deflasyon riski olduğunu iddia ederek insanları yine yanlıs yönlendiriyor.
Devlet tahvili piyasaları patlamaya aday bir sonraki balon ve bu balon patladığında ortaya çok ciddi zararlar çıkacak. Gelecek yıl hükümetlerin ihraç etmek zorunda kalacağı tahvil miktarı hesaplandığında, hatalı uygulamalar nedeniyle zaten sarsılmıs olan piyasanın yeni bir darbe alması kaçınılmaz.
USD yukarı yönde fazlasıyla zorlanmıs durumda ve Sterlin dısındaki birçok USD ikilisi asağı yönlü düzeltmesini tamamlamıs görünüyor. Yine de, gelecek yılın baslarında birçok yatırımcı ellerindeki nakit için güvenli bir liman aramaya basladığında USD’nin tekrar odak noktası olması beklenebilir. Sorun su ki, bir ülkenin bütçe açığı hükümetin bankalara verdiği taahhütler nedeniyle her geçen gün artıyorsa ve bu ülkede faiz oranları sıfıra yakınsa, bu ülkenin tahvillerini kim almak ister? 2009 yılında bizi bekleyen en büyük tehlike, hükümetlerin güvenilirliklerini biraz daha kaybetmeleri olacak.
Ve sonuç olarak..
İngiltere Hazine Bakanı Yvette Cooper, kısa süre önce çok büyük gafta bularak İngiltere’nin Sterlin’in değeriyle ilgilenmediğini söyledi. Bir para biriminde satıs yapmak için bundan daha iyi bir sebep olamaz. Daha önce Jimmy Callaghan da benzer bir açıklama yapmıs ve bunun arkasından Sterlin hızla değer kaybetmisti. Bayan Thatcher daha sonra Callaghan hükümeti zamanında Pound’un yarı yarıya değer kaybettiğini gösterebilmek amacıyla 1 Pound’luk bir banknotu makasla ikiye bölmüstü. Ancak, Thatcher akıllı bir kadındı ve aynı seyi daha sonra bir baskası ona yapmasın diye 1 Pound’luk banknotu 1 Pound’luk metal para haline getirmeyi ihmal etmemisti. İngiltere’nin iflasın esiğine geldiği bir dönemde Sterlin’in nasıl değer kaybedebileceğini göstermek için bu olayı hatırlatmayı uygun gördük.
Finans, ekonomi, yurtiçi ve yurtdışı piyasalardaki gelişmelerin takip edildiği bilgi ve iletişim blogu. Günlük Forex haberleri ve Forex yorumları.Forex nedir? forex firmaları döviz yatırımı forex işlemleri foreks paritelerinde günlük yorum sinyal hesap yönetimi hakkında.Döviz FOREX piyasaları, Teknik Analiz ve Online Trading hakkında merak ettikleriniz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder